cayicen135

Bizim için çayın da futbolun da demlisi makbuldür

papazın çayırı


matthew le tissier

matt le tissier, southhampton'un efsane oyncusu. 1968 doğumlu olan le tissier'in southampton kariyeri 1985 yılında okulu bırakıp oxford united'la anlaşmak üzereyken bir anda vazgeçilmesiyle başlıyor. o günden beri southampton takımının formasını giyen "le god" takımına kattıklarıyla ve sadakatiyle kulübün en sevilen oyuncusu olmayı başardı. bayrak adamlık müessesesinin gözümdeki en mühim temsilcilerinden. futbolu bıraktıktan sonra yazdığı otobiyografisinde de belirttiği gibi içinde sayısız kupalar kaldırabileceği milan ve chelsea gibi önemli takımların da olduğu pek çok transfer teklifini reddedip kariyerini sürekli orta sıra mücadelesi veren southampton formasıyla sonlandırdı.

bir orta saha oyuncusu olmasına rağmen takım tarihinin en fazla gol atan ikinci ismi olmayı başardı. southampton formasıyla çıktığı 540 maçta 209 gol attı, kariyerinde kullandığı 48 penaltının da 47 sini gole çevirdi. (premier league'de bu alanda rekor eric cantona'nın. cantona kullandığı tüm penaltıları gole çeviren tek oyuncu.) attığı gollerin önemli kısmı uzaktan yaptığı müthiş vuruşlardan. iki ayağına da çok hakim bir futbolcuydu. hem attığı paslarla takımına pozisyon yaratıyordu, hem de hakikaten mesafe tanımaksızın yaptığı vuruşlarla önemli maçlarda takımına katkı sağlıyordu.

93-94 sezonunda blackburn rovers'a attığı gol yılın golü seçilirken le tissier de 30 golle gol kralı oldu.

kulüpler bazındaki bunca başarı ve transfer taleplerine rağmen ingiltere milli formasını yalnızca 8 kere giydi ve gol atamadı.

hocaların "çok zeki ama hiç çalışmıyor" ya da yorumlarıyla çığır açan spor düşünürlerinin "müthiş yenekli ama kendine bakmıyor" tadındaki eleştirilerden de epeyce nasibini aldı kariyeri boyunca. tabloid basının günah keçisi ilan ettiği isimlerin başındaydı. milli takım kariyerinin bitişinde de italya ile oynanan ve 0-0 biten maçın ardından ingiliz tabloid basınının günlerce le tissier'in kaçırdığı kafa vuruşunu yazıp çizmesinin etkili olduğu söylenir.

futbol yaşamının sonlarında sakatlıklarla boğuşan le tissier'in son maçı arsenal ile oynanan lig maçıydı. maçın sonlarına doğru oyuna giren ve sol ayağıyla attığı müthiş şutla takımının arsenal'i 3-2 yenmesini sağlayan le god'a da böyle bir veda yakışırdı.

2002 yılında jübilesini yaptı, şimdi sky sports'da yorumculuk yapıyor.

bu da yılın golü seçilen müthiş vuruşu:

sildim, defter benim değil mi?


resmi canarino'nun blogunda gördüm. altına da güzel yazmış "benim için oldham diye bir takım artık yok" diye. ben de sildim defterden bu takımı. sildim, defter benim değil mi arkadaş? efendi gibi yeşilli siyahlı giyinen kaleci kardeşimizi tenzih ediyorum. ama o da bir an önce çeksin kurtarsın kendini o ortamdan.

buyrun bu da tüm oldham takımına armağanımdır.

sol kanattan penaltı!

fotoğraf mayıslar bizim isimli blogdan

Sik mi dağıtıyorlar?

Galatasaray'a hüzünlü bir şekilde veda eden, transfer olduğu Marsilya'da gösterdiği performansla Bayern Münih'e kadar yükselen Franck Ribery, son yıllarda Avrupa futbolunun en "overrated" adamı.

Şimdi de, bok varmış gibi, Juventus, Barcelona ve son olarak da Manchester United'ın kendisiyle ilgilendiği söyleniyor. Yakın bir dostumun söylediği gibi, Ribery bundan daha fazla yükselemez!

cayicen135 transfere doymuyor

engin futbol bilgisi, güçlü kalemi ve duygu yüklü yapısıyla blogun haşmet babaoğlu tandanslı yazı eksiğini kapatması beklenen ozantekin de artık aramızda. hayırlı uğurlu olmasını diliyoruz. 

faruk ılgaz


resimler üzerinde yazdığı üzere king santillana'dan alıntıdır.

Tatlı bela Rasim


Pazar günü bu kadar iyi bir takım beklemiyordum. Savaşan, saldıran, parçalayan bir takım izledim.

Maça kötü başladık. Fakat üçüncü çeyreğin başında sarstık ve dördüncü çeyreğin başında balyozu indirdik.

Anlatılacak çok şey var ama taraftardan bahsetmek istiyorum. Maçı kazandıran onlardı. Geçen sene bir Avrupa maçında bu şekilde etkili bir taraftar kitlesi vardı. Maça etkiyse etki, destekse destek. Hepsi vardı. Herkese helal olsun.

İki kelamda Rasim'e. Adam olsan her Beşiktaş deplasmanında olay çıkartmazsın. El kol yapmazsın. Cevabını da en güzel şekilde alıyorsun. Tanjevic bile neler yaptığını anladı herhalde ki ikinci yarı oyuna bile almadı. Sarı saçlarından sen suçlusun Rasim...

majid mususi


dönem türkiye'sinde transferler ya tutarsa misali yapıldığından iz bırakan futbolculara yakın geçmişe kıyasla rastlamak daha zordur. 1995 yılında afrikalı futbolcuların avrupa'daki ilk durağı olan fransa'nın rennes takımından bursaspor'a gelen mususi hakkında da kimsenin bir adam akıllı bir bilgisi yoktu türkiye'de. bursaspor'la olan manevi bağım hiç bir zaman "memleketimin takımı"ndan öteye pek geçmemiştir ama mususi'nin özel bir yeri vardır bende.

94-95 sezonunda inter-toto kupasında grupta wimbledon'u ingiltere'de 4'leyen, gruptan lider çıkan bursaspor kimsenin beklemediği bir şekilde finale kadar yükselmişti. bu başarıda en büyük pay dönemin müthiş triosu ercüment-baliç-mususi'nindi. bu üçlü beşiktaş'ın metin-ali-feyyaz'ı, fenerbahçe'nin oğuz-aykut-rıdvan'ı galatasaray'ın hagi-hakan şükür-arif'i kadar rakip için tehlike arz eden uyumu çok kısa sürede yakalamıştı. inter-toto kupasındaki final sadece bursaspor'un tarihindeki en büyük başarı olmakla kalmayıp, külüp adına çok daha fazlasını ifade eden bir maç olmuştu. tarnat'lı, knup'lu karslruhe'ye penaltılarla elenen bursaspor'da maç sonunda akıllarda malubiyetin hüznünün yanı sıra takımının üçüncü golünü atan mususi'nin gol sevinci de kalmıştı. golün ardından arkadaşlarıyla timsah yürüyüşünü yapan mususi yıllardır yeşil inciler olarak anılan takımın lakabının değişeceğini tahmin etmezdi herhalde. bu sevinçle beraber bursaspor "yeşil timsahlar" olarak anılmaya başlandı. bursaspor ligde büyüklerin belalısı statüsünden öte bir başarıya ulaşamasa da mususi o sezon 15 gol atıp taraftarın gönlündeki yerini iyice sağlama almıştı. ne olduysa bir sonraki sezon oldu. takımın başına gordon milne'in gelmesi mususi'nin -yıllardır bir anlam veremediğim- artılı yabancı sistemine takılması demek oldu. yine de kenardan gelip 7 gol attı o sezon. mususi'nin sonraki sezonki durağı çanakkale dardanelspor'du. 3 sene de dardanelspor'da forma giyen mususi daha sonra ülkesine geri döndü. bir süre uzak doğu'da futbol oynadıktan sonra futbolu bıraktı.

saha içinde yaptıklarının yanı sıra renkli kişiliği de hep ön plandaydı mususi'nin. amiyane tabirle karıya kıza düşkün, alemci bir adamdı. ülkesinde tecavüz iddiasıyla yargılanmış, beraat ettikten sonra bursaspor'un sezon öncesi kampına geç katılmıştı. şimdilerde oynuyor olsaydı spor yorumcuları tarafından çok rahat topun ağzına koyulurdu.

2005 senesinde aids'e yenik düşüp aramızdan ayrıldı. nur içinde yatsın.

"mususi, mususi, göster ona sosisi"


Yaşlı kurtlar

Dario Hübner

1967 doğumlu Dario Hübner, İtalya liglerinin leblebi gibi gol atan ender oyuncularından birisi oldu.
Kariyerine 1987 yılında Pievigina gibi süper adi bir takım da başlasa da, attığı gollerle Serie A'nın bile gol kralı olacaktı.
1992 yılına kadar yine Pievigina gibi kalitesiz takımlarda takılan Hübner, golleri sıralamaya devam ediyordu. 1991-92 sezonunda ilk gol krallığını Serie C'de yaşadı.
1992-97 arasında Cesena'da çıktığı 166 maçta 162 gol atarak, sanırım herkesin dikkatini çekmiştir. 1995-96 sezonunda, bu sefer Serie B'nin gol kralı olmayı başardı.
Become a legend modu gibi golleri attıkça level atlayan Hübner, nihayet Brescia'ya giderek Serie A'ya uzanan yola koyuldu.
1997-2001 arasında, Brescia'da 129 maçta 141 gol atarak yine klasını gösterdi.
Bresica'dan sonraki durağı Piacenza oldu. Burada ise hak ettiği şekilde kariyerinin zirvesine çıktı. 2001-02 sezonunda herkes Vieri'yi, Trezeguet'yi konuşurken, yaşlı kurt Serie A'da 24 gol atarak Trezeguet ile gol krallığını paylaştı.
Hübner, belki de Serie A,B,C liglerinin hepsinde gol krallığı yaşamış tek isim. Bu başarının tek üzücü yanı ise, Hübner'in hak ettiği Serie A krallığına 35 yaşında kavuşmasıdır, ama hikayesi yine de mutlu sonla bitmiş.
Artık Serie A takımlarının ilgisizliği midir bilinmez. Yoksa bu vakte kadar en azından bir Fiorentina, olmadı Parma forması giymesi farzmış bu delikanlının.
Yaşlı kurt, geçen sezona kadar futbola devam etti. 2007-08 sezonunda Orsa Corte Franca takımının formasını giymiş.
Kardeşimizin en takdir ettiğimiz olayı ise, Bresica'da oynadığı dönemde yedek kulübesinde sigara içmesidir. Adam tam bir profesyonel!

Milano'da Seedorf krizi


Bu sezon her kulvarda başarıslığa koşmaktan geri kalmayan AC Milan'da kuşkusuz iyi performansıyla göze çarpanları saymak çok güç. Ancak, takımda başarısızlığıyla ön plana çıkmayı başaran bir isim var ki; Sampdoria karşısında sakatlığı nedeniyle oynayamayacağını duyup sevindiğimiz Hollandalı orta saha oyuncusu Seedorf, sahada yaptığı birbirinden ilginç hatalarla bu sezon Milan'daki kötü oyunun temel direklerden biri olduğunu her hafta bize tekrar tekrar gösteriyor. Cassano-Pazzini ikilisi sahada yıldızlaşırken, Seedorf Beckham'ın şaşkın bakışları altında yine ayağına gelen her topu ezmeyi bildi. Ancelotti'nin bizim göremediğimiz neyi görerek Victoria yengemizi çok sevdiği Milano'dan ayırmaya çalıştığını anlamak çok güç. Sampdoria karşısında Beckham'ın bakışları, İngiliz milli futbolcunun Milan'da kalmak konusunda aklının bir hayli karışık olduğunu bizlere gösterdi.

Buradan Ancelotti'ye bir çift lafım var: "Oooovvvv saçma oluyooooo"

Fikret abini tanıyacaksın vol.3

İzleyiciler